3 sene önce
3 sene önce

Mantık nedir

MANTIK  (ar. mantık).

1. Akılyürütmeyi kendi başına, yani yöneldiği konudan ve her türlü ruhbilimsel süreçten bağımsız ola­rak inceleyen bilim. (Bk. ansikl. böl. Mant.)

—2. Tutarlı, akla uygun, sağduyulu düşün­me davranma yolu, biçimi ya da yöntemi; düşüncelerin tutarlığı: Biraz mantığını kul­lan.

—3. Bir bireye ya da bir gruba özgü, belli bir yapı kazanmış belirli kurallan, ilke­leri olan düşünme ve davranış biçimi: Bir daya hukukçu mantığıyla bakmak.

—4. Olguların, belli bir sonucu doğuracağı dü­şünülen düzenli sıralanışı, yönelimi: Siya­setlerinin mantığı, işsizliğin artmasını gerek­tiriyor. Olaylann mantığı.

—5. (Birisi) man­tığına vurmak, bir işin akla uygun olup ol­madığı üzerinde tartıp düşünmek: Mantı­ğına vur, ondan sonra karar ver.

—Esk. 1. Söz söyleme, konuşma

. —2. Söz, laf; dil.

—3. Mantık-aver, akla uygun olan, akla yakın: “Bir itiyad-ı mantık-âverin beni ne kadar yanıltmış olduğunu şimdi anlıyorum” (Baha Tevfik). || Mantık-ı remzi, sembolik mantık. || Mantık-ı suri, biçimsel mantık.

—BiLİŞİM Otomatların, röle devrelerinin, bun­ların bileşenlerinin ve ilişkin elektronik dev­relerin incelenmesi. (Eşanl. LOJİK.) || Bağ­lantılı mantık, çevirme yoluyla bu çevirme­nin girişindeki elektrik işareti biçimindeki veriler üzerinde belli bir hesap yapan man­tık devresi. || Hücresel mantık, çoğu kez matris tablosu biçiminde düzenlenmiş çok sayıda özdeş devrenin (hücreler) birbirine bağlanmasıyla oluşturulmuş mantık devre­si. || İç mantık, bir bilgisayar iç yapısının iş­levsel şeması. || Programlanmış mantık, iliş­kin bir programı ya da bunun bir bölümü­nü bir bilgisayarda yürüterek veriler üzerin­de belli bir hesap yapan mantık devresi. —Mant. Biçimsel mantık, tümdengelimle il­gili yasa ve kurallann tümü. || Matematik­sel mantık, ortaya konan ruhbilimsel süreç­leri dışlayan bilimsel akılyürütme kuramı.

—ANSİKL. Mant. Kant’ın, bir zamanlar, mantığın Aristoteles’te sonuçlanmış ve en yetkin biçimini almış olduğunu yazdığı dö­nemden günümüze bu bilim o denli çok sayıda değişim geçirdi ki çağdaş bilgi ha­ritasındaki yeri sorunu ister istemez belir­sizliklerle dolu bir soruna dönüştü. Aristo­teles mantığı, bir yandan bir Organon, ya­ni basit bir ussal söylem aleti, öte yandan söylemin ussal olarak kabul edilebilmesi için uyması gerekli bir şemalar topluluğu durumuna getirerek, ona aynı zamanda hem alçakgönüllü, hem de görkemli bir yer verdi. Kısacası mantık, doğru çıkarım bili­mi olarak tanımlandı. Mantık, biçimseldi ve bu da mantığın “teoremlerinin (Aristote­les’e göre tasımbilim yasaları) hiçbir somut terim içermedikleri, yalnızca harflerle gös­terilen ve sonradan somut terimlerle dol­durulacak ya da doyurulacak “boş yerler” içerdikleri anlamına geliyordu. Örneğin BARBARA adı verilen tasım, eğer her A, B ise ve her B de C ise, o zaman her A, C’dir türü bir mantık yasasıyla dile getirilecekti (A, B, C simgelerinin yerine “Yunanlı”, “insan” ve “ölümlü” sözcükleri konularak bu biçim bir “madde”yle doldurulabilirdi). Bu tasımın doğruluğu, çeşitli boş yerlerin doldurulma tarzına değil, biçimine bağlıy­dı; A, B, C yerine “buğdaygiller”, “bitkiler” ve “canlı varlıklar” sözcükleri de konabilir, önerme gene doğru kalırdı. Kısacası, “mantıksal bir doğruluk, içinde geçen söz­cüklerin değiştirilmesiyle yanlış duruma ge­tirilemeyen bir önermeydi” (Quine, Philo­sophy of Logic [Mantık felsefesi]). Eğer Yu­nanlılar ölümsüz, buğdaygiller de hayvan bile olsalardı, sözkonusu önerme gene de doğru kalırdı. Mantıksal bir doğruluk, dün­yamızın kuruluş biçiminden bağımsızdı ya da bütün olabilir dünyalarda doğruydu.

Ancak mantığın doğru çıkarım bilimi ola­rak tanımı da kaypaktı. Mantık “düşünme sanatı” olarak tanımlanmakla (Port -Royal mantığı), mantığın normal bir bire­yin akılyürütmesine yarayan ilkeleri dile ge­tirdiği mi söylenmek isteniyordu? Ama o za­man mantık, ruhbilimden nasıl ayırt edile­bilecekti? Husserl, bu ruhbilimleştirici man­tık görüşüne şiddetle karşı çıkarak bu gö­rüşün 1) en iyi durumda döngüsel (normal birey, mantığa uygun olarak düşünen bi­rey değil miydi?); 2) en kötü durumdaysa, zorunlu olan mantık yasalarıyla, ruhbilim gi­bi deneysel nitelikteki bir “bilim”in yalnız­ca olasılı olan yasalan arasındaki büyük far­kı göz ardı ettiği için, saçma olduğunu or­taya koydu. Öyleyse mantık yasalarının zo-runluluklannın, ruhbilimsel bakımdan on­lara aykın davranmak olanaksızlığından ileri geldikleri söylenemezdi. Peki, mantık ya­salarının “katılık”lan nerden geliyordu?

Carnap’a göre, dünya üzerine hiçbir şey söylemeyen birer totoloji (eşsöz) olan bu mantık yasaları, yalnızca dilimizi düzenle­yen uzlaşımları dile getiriyorlardı; dolayısıyla “bir önerme aynı zamanda hem doğru, hem de yanlış olamaz” (çelişmezlik ilkesi) gibi bir ilkeye aykırı davranmanın bize ola­naksız gibi görünmesinin nedeni, yalnızca bu ilkenin “önerme” sözcüğünün “dilbilgi­si” gibi bir şeyi dile getirmesiydi. Bir öner­me, tanım gereği, aynı zamanda hem doğ­ru, hem de yanlış olamayan bir şeydi ve çelişmezlik ilkesine ya da herhangi bir mantık yasasına aykırı davrandığını sanan biri de gerçekte hiçbir şeye aykırı davran­mamakta ve “önerme” sözcüğüne alışıl­mamış bir anlam vermekten başka bir şey yapmamaktaydı. Böylece Carnap’a göre mantık yasalarının zorunluluğu, ruhbilim­sel nitelikte değil, dilbilimsel nitelikte bir zorunluluktu.

Ancak bu görüş, genel nitelikteki itiraz­larla karşılaşması dışında, şu soruya da yol açıyordu: peki, klasik olmayan (sezgici vb.) mantıklardaki durum da böyle mi­dir? Carnap’ın görüşü benimsenirse, ör­neğin üçüncünün olmazlığı ilkesini redde­den bir mantığın, yalnızca önerme kavra­mı gibi klasik mantığın temel kavramları­nın tanımını değiştirdiğini kabul etmek ge­rekiyordu. O zaman da çeşitli mantıkları karşılaştırmak olanaksız bir duruma geli­yordu. Oysa, tersine, mantık önermeleri de içinde olmak üzere bütün önermele­rin, bazı deney sonuçları karşısında göz­den geçirilmeleri gerektiği düşünülebilir­di. Heisenberg’in belirsizlik bağlantıları buluşu gibi kuvantum mekaniğinde yapı­lan buluşların, bizi mantığın çelişmezlik il­kesi gibi temel yasalarını hafifletmeye, hat­ta reddetmeye yöneltmeleri gerekmiyor muydu? Quine şöyle diyordu: “Kuramsal olarak mantık, gözden geçirilmeye kuvan-talar mekaniğinden ya da bağıntılılık ku­ramından daha az açık değildir. Bu du­rumda, amaç, bir dünya sistemidir”. Bu­nunla birlikte, gerçekte deneyci bir nitelik taşıyan bu mantık anlayışına karşı, Geach ile birlikte şöyle bir itirazda bulunulabilir­di: “Fizik kuramların gelişmesinde ne olursa olsun, mantığın temellerine dokun­mamak gerekir. Çünkü mantık, doyurucu olmayan kuramları devirebilmek için, bir kaldıraç hizmetini ancak böyle görebilir. Lavoisier flojistik yandaşlarının, deneysel sonuçlardaki farklılıkları açıklamak için, flojistiğe değişik ve birbiriyle bağdaşmaz özellikler yüklediklerini ortaya koymuştu. İyi ki o sırada mantığı flojistik kuramına uy­duracak biçimde eğip bükmeye yatkın mantıkçılar yokmuş!”. Birden çok mantı­ğın var oluşunun başlangıçtaki tartışma­yı nasıl yeniden canlandırdığı görülüyor: Mantığın bir ussal söylemler aleti olduğu söylenmekle, işlevinin yalnızca çeşitli “us­sallık alanlan”nda kullanılan kanıtlama bi­çimlerini (mekanik için “kuvantum mantı­ğı”, hukuksal kanıtlama için “gerekim mantığı” vb.) düzenlemek olduğu mu söylenmek istenmektedir? Yoksa tam ter­sine, ona kuralcı bir değer tanımak, yani yanlış kuramlan ortaya çıkarmak ve söküp atmak için, Geach’ın deyişiyle onu bir kal­dıraç gibi kullanmak mı gerekmektedir?

Bir başka açık sorun da, mantık ve ma­tematik arasındaki ayrım sorunuydu. Ye­ni bir sorun olan bu sorun, Boole, Schrö­der, Frege ve Peanönun etkisiyle mantık araştırmalarının yeniden canlanması so­nucu ortaya çıktı. Mantık, Aristoteles’ten başlayarak bağlı bulunduğu felsefeden ayrılalı ve matematiğe yaklaşalı beri, 1) ça­lışmalarını daha çok naif matematik kural­larının biçimselleştirilmesi ve klasik mate­matikte kullanılan akılyürütme biçimlerinin incelenmesi üzerinde yoğunlaştırarak; 2) kendisi de matematik bir kuram biçimini kazanarak (mantığın belitleştirilmesi), iki bakımdan son derece önemli gelişmeler gösterdi. Mantık ve matematik arasında­ki ilişkiler sorunu karşısında, gerçekte yal­nızca lojisizm açısından öğretisel bir çö­züm denemesinde bulunulduysa da, bu­gün daha az ilgi uyandıran bu sorun, ma­tematiği e ilinti simgesinin kullanılmasıy­la başlatmaya karar verilerek, pragmatik ve kısacası uzlaşımsal bir biçimde çözül­dü.

Paylaşın

Editörün Seçtikleri